Erdoğan’ın geçen hafta görüştüğü Mete Gündoğan ‘kur korumalı vadeli mevduat’ı ‘Bankaların zaferi’ diyerek eleştirdi: “Bir müddet sonra toplanan vergiler faiz ödemelerine dahi yetmez!”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen çarşamba günü görüştüğü, faiz karşıtı düşünceleriyle tanınan iktisatçı Mete Gündoğan, yeni TL mevduatı politikasını eleştiren bir yazı kaleme aldı. Sonuçların kötü olacağı uyarısında bulunan Gündoğan, bankaların riski azalırken Hazine’nen yükünün artacağını belirtti.
Milli Görüşçü kimliğiyle bilinen Prof. Dr. Mete Gündoğan’ın, Independent Türkçe’de bugün yazdığı ‘Bankaların Zaferi’ başlıklı makalesi şöyle:
Dolar rallisi bankaların zaferiyle sonuçlandı.
Defalarca anlattığımız bir konu ama yine de tekrar etmekte fayda var.
Mevcut sistemde faiz, kur ve enflasyon üçlüsü birlikte hareket eder. Yani üçü bir veya biri üç gibi hareket eder.
Bunlardan enflasyon verisi geçmişe ait olduğu için size sadece mal ve hizmetlerdeki fiyat oluşumları hakkında bilgi verir.
Üretim ve tüketimin durumunu buradan takip edebilirsiniz. Beklentileri de ölçebilirsiniz.
Geriye kalan iki parametreden ise sadece birini kontrol edebilirsiniz. Hangi parametreyi kontrol edecekseniz diğer parametreyi de onunla birlikte yöneteceksiniz demektir.
Bu çok zor bir iştir. Bunlarla devam edecekseniz, bir deliği tıkadığınızda bir müddet sonra, başka bir delikten patlak verileceğini görürsünüz.
Çünkü siz ağır borçlu bir ülkesiniz. Esas sorgulamanız gereken kısım işte budur. Onun için hep sistem değişimi şart dedik.
Peki, son gelişmelere baktığımızda ne görüyoruz.
Faizi baskıladınız. Gerekçe olarak birçok şeyi söylediniz.
İnsanlar da baktılar ki paralarına faizden yeterince para kazanamıyorlar, o zaman dövize yöneldiler.
Dolara, euroya yani dövize olan talep artınca da dövizin fiyatı çılgınca artmaya başladı. Zaten ağır borçlu bir ülkeyiz. Yüksek miktarlarda döviz bulmak zorundayız.
Bu şekilde faizi baskılayarak dövizi tutabilmek mümkün olmadı.
Bu arada, hatırlayınız, Merkez Bankası bankalarla görüşme yaparak döviz mevduatlarına yönlendirme yapılmamasını istedi.
Aslında mevcut sistemde bu istek, faiz artırarak yerine getirilir.
Anlaşılan o ki bankacılar da her şeye rağmen bu isteğin yerine getirilmesi şartlarını söylediler. Pratik bir teklifte bulundular.
Bir müddet sonra yeni Hazine ve Maliye Bakanı da bankacılarla toplantı yaptı. Sanırım yeni bakana da durumu anlattılar ve benzer şartları söylediler.
Peki, bu şartlar neydi?
Neler söylenmiş olabilir?
Bunları, sonuçlardan hareketle gayet kolay tahmin edebiliyoruz.
Hükümet TL’den dövize kaçışı durdurmak istiyordu. Bankacılar da -gayet doğal olarak- TL getirisi döviz getirisinden fazla olursa, dövize olan talep düşer.
Dolayısıyla da fiyatı düşer dediler.
Ama Hükümet, TL getirisini faizleri yükselterek artırmak istemiyor!
Bu konuda halka açıkça bazı beyanatları var.
Çok kısa zamanda kendisini inkâr eder bir pozisyona düşmek istemiyor.
İşte tam bu noktada bankacılık zekâsı devreye girmiştir.
Faiz ile kur artışı arasındaki farkın Hazine’den karşılanmasını istemiştir. Böyle bir durumda kimse, TL bozdurup da döviz almaz.
Dolayısıyla dövize olan talep düşer. Talep düşünce fiyatı da düşer.
(Tabii burada bahsettiğimiz talep, son sıralarda yaşanan spekülatif taleptir. Borçlardan dolayı olan talep, fiyatı artırmaya devam edecektir. Şimdilik bu kısma girmiyorum. Sadece son yaşananları tahlil ediyorum.)
Peki, bu şekilde ne yapılmış oldu?
Bankaların verdiği faiz oranlarına bir de kur farkı eklenerek yeni faiz oranları oluşturulmuş oldu.
Bir farkla.
Bankaların mevduata ödediklerine faiz diyeceğiz.
Kur farkından dolayı ödenene de getiri diyeceğiz.
Birincisi bankadan ikincisi Hazine’den ödenecek. Bu farka diğer faiz getirilerinde olduğu gibi stopaj vergisi de uygulanmayacak.
Yani hep beraber, bankada faiz getirisi için parası olan rantiyecilerin, kur artışından dolayı kaybettikleri faiz getirilerini bizler cebimizden ödemiş olacağız.
Tabii bunun gerçek yansımasını mal ve hizmet fiyatlarında artış olarak göreceğiz. Cebimizden böyle alınacak.
Ama bunun adına faiz değil, getiri diyeceğiz. Bizden giden de götürü olmuş olacak.
Şimdi kolay anlaşılması için sadeleştirerek pratik bir örnek üzerinden anlatalım.
Diyelim ki ABC Bankası 100 liralık mevduata yüzde 25 faiz veriyor. Vatandaş Mûdi de bakar ki parasını faize yatırsa yüzde 25 kazanıyor ama dövize yatırsa yüzde 50 kazanıyor.
O zaman gider döviz alır. Yani TL’sini dövize çevirir. Dolayısıyla dövize olan talep artar. Talebi artan dövizin fiyatı daha da artar. Döviz daha da yükselir.
Devlet bu gidişi durdurmak için döviz talebini kısmayı tercih etti. Aynı vatandaşa dedi ki;
“Dövize gitme, aradaki yüzde 25 farkı ben sana vereceğim. Bu farktan da faizde olduğu gibi stopaj almayacağım.”
“Ben” dediği tabii ki Hazine. Yani bütün milletin para kasası.
Peki, banka buradan nasıl kazanır?
Şimdi birçok (özel ve tüzel) kişiden daha da düşük faizlerden mevduat toplayabilir. Tanıdık eş dost vs. ne varsa hepsine kredi verebilir.
Onlar da bu yeni aldıkları kredileri farklı araçlar kullanarak bankalara tekrar yatırabilir. Böylece Yeni Mûdiler zümresine dâhil olurlar.
Bu şekilde ABC Bankası Yeni Mûdi’lere yüzde 10 faiz verirken devlet kalan yüzde 40 farkı yine Hazine’den verir.
Bankalar, riskleri düşeceği için çok kazanırlar.
Parasını faize yatıran yeni veya eski Mûdiler kazanırlar.
Parası olmayanlar ve parasını faize yatırmayanlar, bu Mûdiler’in kur farkını ödeyerek kaybetmiş olurlar.
Peki, bu durum burada biter mi?
Elbette bitmez.
Bankaların riski azalırken Hazine’nin yükü daha da artar.
Böyle devam edilirse bir müddet sonra toplanan vergiler faiz ödemelerine dahi yetmez!
Sonunda borç-faiz-borç sarmalının ülkeye maliyeti şaşılacak boyutlara ulaşır.
Bu sarmaldan kurtulmanın tek yolu sistemi düzeltmekten geçer. Cari sistemle bizim için bir çıkış yolu yoktur.
Demedi demeyin.
Kaynak: Artıgerçek